CEVŞEN MESELESİ
Cevşen Farsça asıllı bir kelime olup sözlükte “zırh” ve “savaş elbisesi” anlamına gelir. Terim olarak Şiî kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilip Cevşen-i Kebîr ve Cevşen-i Sagir diye bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duanın ortak adıdır.
KAYNAK: (Mehmet Toprak, “Cevşen”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1993, cilt: 7, sayfa: 462.)
Cevşen aslı itibari ile Sünni değil, Şii kaynaklarda bulunmaktadır. Peygamberimize ait olduğu iddia edilen bu dua, hadis kitaplarının hiçbirinde yer almaz. Peygamberimizin onu boynuna astığı veya sahabelerine astırdığı şeklindeki rivayetlerin hiçbiri doğru değildir.
“Cevşen-i Kebîr, bir kısmı naslarda yer alan, mâna ve muhteva bakımından Allah’a nispetinde hiçbir sakınca bulunmayan kelime ve cümlelerle münâcât ve niyazlardan ibaret bir metin olup bu tür metinlerle duada bulunmak, dinî hayat bakımından tavsiyeye şayan bir davranış olarak görülür. Ancak Cevşen-i Kebîr diye bilinen ve Mûsâ el-Kâzım’dan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygamber’e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zapt edilip tekrarlanması, Hz. Peygamber’den alınıp rivayet edilmesi imkânsız denecek kadar güçtür. Duanın Sünnî hadis mecmualarında yer almaması, aynı şekilde Şiî hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki kütüb-i erbaada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede bazı kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir. Said Nursi’nin, Cevşen-i Kebîr’in faziletleri ve Hz. Peygamber’e nisbeti konusunda şüpheye düşen bir kişiye vermiş olduğu cevap da genelde duanın muhtevasının güzelliğiyle ilgili olup metnin kaynağı ve Hz. Peygamber’e nisbeti hakkında yeterli bilgi ihtiva etmemektedir (bk. Emirdağ Lâhikası, s. 159-160).”
KAYNAK: (Mehmet Toprak, “Cevşen”, DİA, cilt: 7, sayfa: 463.)
Dua, boyna asmak için değil, onunla Allah’a yalvarmak için öğrenilir veya yazılır. Cevşenin içinde güzel dua ve zikirler bulunmaktadır. Ama hurafelere inanarak ve aslı astarı olmayan beklentiler içine girerek onları okumak ve üzerinde taşımak caiz değildir.
Kişi duayı, bir şeyi boynuna asarak değil; içten, samimi bir şekilde Allah’a yalvararak yapmalıdır. Peygamberimiz böyle yapmıştır. İlgili hadisler şöyledir;
Ebû Saîd radıyallahu anh’den rivayete göre o şöyle demiştir:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem göz değmesinden ve cinlerin şerlerinden dolayı Allah’a sığınır ve dualar okurdu. Muavvizetân sûreleri denilen Nâs ve Felak sûreleri nazil olunca diğer okuduğu şeyleri bıraktı ve bu iki sûreyi okumaya başladı.”
KAYNAK: (Tirmizi, Tıbb 16; İbn Mace, Tıbb 33)
Âişe radıyallâhu anhâ anlatıyor:
“Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm her gece yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Nas ve Felak surelerini ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi.”
KAYNAK: (Buhari Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50; Tirmizi, Daavât 21; Ebu Dâvud, Tıbb 19)
Nurettin YILDIZ - FetvaMeclisi'nde ki cevaplar:
SORU: Cevşen’in hükmü nedir? Sünni kaynaklarda yeri var mıdır?
CEVAP: Cevşen, Rafızî kökenlidir. Onunla ilgili senet te uydurmadır. Hadis kriteri açısından hiçbir tutarlılığı yoktur.
KAYNAK LİNK
SORU: Kenzül Arş ve Cevşen dualarının kaynağı nedir?
CEVAP: Sahih hadislerle ya da Kur'an âyetleri ile ispat edilebilir bir kaynakta sözünü ettiğiniz dualar yoktur.
KAYNAK LİNK
SORU: Cevşen-ül Kebîr'in sahihliği nedir, dua niyetiyle okumamızın mahzuru var mıdır?
2-Salaten Tüncinâ duasının 'vel-afât' kısmında ellerin aşağıya çevrilmesine şahit oluyorum. Bunun aslı var mıdır, ne kadar doğrudur?
CEVAP: Her iki dua da hadis kaynaklı değildir. Ama güzel ve feyizli sözler ihtiva etmektedir.
KAYNAK LİNK
SORU: Cevşen, celcelutiye, evrad-ı kudsiye, tahmidiye, sekine duası vb. dualar ve münacatlar mevcut.
Bu duaların aslı var mı? Okunmasında sakıncalı bir durum var mı? Bunların yapılması veya okunması zorunlu mu?
CEVAP: Bu duaların hiçbiri Peygamber aleyhisselam efendimizin 'bunu okuyacaksınız' dediği dualar değildir. Muhtevasında hadislerden alınma, âyetlerden iktibas edilmiş güzel şeyler de vardır. Okuyan güzel şeyler okumuş olabilir. Okumayan da cenneti kaybetmiş olmaz. Böyle bakmalıyız. Kimse bir mü'mine bir insanın elinden çıkmış bir kitabı 'bu dindir, başkası yoktur' şeklinde telkin edemez/etmemelidir de. Böyle bakın rahat edin biiznillah.
KAYNAK LİNK
Cübbeli Ahmed Videoda Özetle;
"Cevşen zırh manasına arapçada geliyor. Ben çok zayıf rivayetlere de itibar eden bir adamım, başkalarının hurafeci dediği tipten bi adamım. Amma, zayıf hadis kaynaklarında bile cevşeni bulamadım. Ama Hz Ali Efendimize kadar dayanabilir..."
Ebu Hanzala Videoda Özetle;
Cevşenin hükmü nedir?
Cevşenle ilgili senedi olan hiç bir rivayet yoktur. Said Nursi bu cevşenin bize tevatür yoluyla geldiğini söylediği için, bazı insanlarda koca Said-i Nursi yalan söyleyecek değil ya, diye düşündüklerinden hadisin senedinin var olduğunu kabul etmişler. Fakat selef alimlerin dediği gibi İmam Müslim mukaddimesinde rivayet ediyor; "El isnadu mineddin"; isnad dindendir. İsnad olmamış olsaydı dileyen din hakkında dilediğini söylerdi. Yani Allah (A.C.) bu dini isnad ile koruma altına almıştır. Bir söz söylendiğinde Peygamberimize (s.a.v.) dayandırabiliyorsa baş göz üstüne kabul ediyorsun, dayandıramıyorsa bunu hata kabul ediyorsun, dinden kabul etmiyorsun. Cevşenin var olan bir senedi bile yok. Bu sefer dediler ki bunun bir senedi olmayabilir ama belki bir rüya aleminde, belki bi zuhuratta, belki bir sunuhatta, belki bi keşifte, bir Allah dostu bunu ilham yoluyla insanlara bildirmiştir.. İbni Teymiyenin dediği gibi artık o, bir velinin zuhuratta ki bir ilhamı mıdır yoksa şeytanın vahyi midir Allah-u alem. Çünkü şeytanın da böyle bir özelliği var, ki velilerin böyle bir özelliği de yok. Kur'an'da ve Sünnette Allah'ı nasıl tesbih edeceğimize dair yeterince elimizde delil vardır.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR Videoda Özetle;
"Cevşen hakkında çok konuşuyorlar ben baktım okudum ama bir şey anlamadım “Cevşen” nedir?
Bu rivayetin hadis ilmi açısın değeri oldukça düşük, pek bi kıymeti harbiyesi yok. İlgili cemaatin bunu bir tılsıma dönüştürdüğü, bunu sembolize edip, insanları bunun etrafında örgütlediği gibi bi yerden gidiyorsanız, demin söylediğimi gibi bilimsel yanı zayıf, bireylerin sadece şartlandırıldıkları, belli semboller kişiler üzerinden yürütüldükleri bi hareketlilik..."
Şeyh Abdullah YOLCU Videoda Özetle;
Hocam cevşen takmak caiz midir?, Takılan şeyin Kur'an'dan ayet olması ile farklı dualar olması arasında fark var mıdır?
Eğer dua Kur'an'dan ise alimler ihtilaf etmişler, Cumhur-u Ulema caiz değil demiştir. Kur'an şifadır, onu okumakla ezberlemekle, onunla amel etmekle.. Ben bunları yapmıyorum şeytan diyor ki, "al bunu elinde tut ben seni korurum..". Cevşenin de aslı yoktur, içinde ki hadisler de arapçaya uygun değildir, yanlıştır edebî olarak. Kavaitte kiramlarda hatalıdır. Aslı yoktur, her ne dua assan o caiz değildir, alimler bunda ittifak etmişler. Kur'an ayetlerinin asılmasına bazı alimler caizdir deseler de o ayetlerle uygunsuz yerlere girme tehlikesi vardır, onun için caiz değildir. Aslolan okumaktır. Onun için Rasulullah (s.a.v.) "okuyun, ihlas, felak, nas, okuyun üzerinize silin" demiştir. Zenginlerin amel yapmadan sırf zekat vererek cennete gireceklerini sanmaları gibi bişey bu.
Akkuş İlçe Müftüsü Fikri GÖNCÜ Videoda Özetle;
Bir ayeti cevşeni ya da dua içeren bir yazıyı üzzerimizde muska olarak taşımakta bir sakınca var mıdır?
Peygamberimiz (s.a.v.) kim bir muska taşırsa onun işi o muskaya havale edilir yani Allah'ın rahmetinden uzaklaşır uzak kalır şeklinde buyuruyor. Bunları vücutlarımıza takmamız onlardan medet umma manasına gelir ki bu da şirkî bir durumdur. Caiz değildir. Bu cahiliye adetidir. Kesinlikle muska yoktur, caiz değildir. Böyle bir şey asla islamda yok, Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında yok, sahabenin hayatında yok, üstelik buna benzer şeyler yaşandığında da inkar edilmiştir.
Ebubekir SİFİL Resmi Sitesinde Özetle;
Cevşen, Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt imamları kanalıyla rivayet edilmiş bir duadır.
“Cevşen-i Kebir” (Büyük Cevşen) ve “Cevşen-i Sağir” (Küçük Cevşen) diye iki farklı çeşidi vardır. Ancak “Cevşen” dendiğinde genellikle “Cevşen-i Kebir” anlaşılır. Cevşen, Şia’ya ait bazı ikincil kaynaklarda zikredilmiş olmakla birlikte, ne Ehl-i Sünnet’in Hadis musannefatında, ne de Şia’nin temel kaynağı durumundaki “Kütüb-i Erba’a”da yer almaz. Muhtevasının güzelliği ve ifadelerinin akıcılığı sebebiyle olmalıdır ki, ülkemizde de bazı çevreler tarafından benimsenip okunur hale gelmiştir. Özellikle Ahmed Ziyâuddîn Gümüşhânevî merhumun Mecmû’atu’l-Ahzâb’ında yer almasının bunda büyük payı vardır.
Cevşen’i benimseyip okumak için, faziletleri ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e Cebrail (a.s) tarafından öğretilmesi konusunda Şii kaynaklarda nakledilmiş bulunan rivayetlerin doğru olduğuna inanmak gerekmez. Metnine hakim olan çarpıcı güzellik dolayısıyla bu “dua”yı benimseyip okumak başka şeydir, onun Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayetinin sahih olduğunu söylemek daha başka bir şeydir. Cevşen rivayetinin Ehl-i Beyt imamlarına isnad edilmesi, onun rivayeten sahih olması anlamına gelmez. Burada belirleyici olan, onu bu imamlardan aktaran ravilerin durumudur. Cevşen’in “sırlı hadisler”den olması hususuna gelince, böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değildir.
Bu babda Ebû Hureyre (r.a)’den nakledilen söz esas kabul edilecek olursa, halk arasında “hadis” diye dolaşan sözlerin tümünün Efendimiz (s.a.v)’e nisbetine zemin hazırlanmış olur. Oysa O’na söylemediği şeyleri isnad etmenin korkunç akıbeti yine O’nun ihbarı ile malumdur. Üstelik Ebû Hureyre (r.a), Efendimiz (s.a.v)’den aldığı “iki kap” ilimden birini açıkladığını, diğerini ise açıklamasının mümkün olmadığını söylemiştir.
Hadis tashihinde Ehl-i keşf’in keşfine itibar edilmeyeceği konusunda 8 Temmuz tarihli yazıda bilgi vermiştim. Bu konu hakkında merhum Abdülfettâh Ebû Gudde’nin güzel bir izahatı için Ali el-Karî’nin el-Masnû’una yazdığı notlara (215 vd.; 273) bakılabilir.
Anadolu Mübeşşir Medresesi Sitelerinde Özetle;
Bu olayla ilgili Şii kaynaklarında Musâ el-Kâzım – Ca’fer es-Sâdık – Muhammed el-Bâkır – Zeynelâbidîn – Huseyin ve Ali tarîkıyle Peygamber’e isnâd edilir.
Duayı, Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin, tarikatla ilgili “Mecmuatu’l-ahzab” adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından mustakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.
Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazım’dan itibaren imamlar yoluyla Peygambere nisbet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir.Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki “Kütüb-i erbea”da da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitablarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.
Cevşen’in faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince;
ALLAH’ın insana verdiği imkan ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve ahiratin bütün kötülüklerinden korunub mutluluğa erişmesi, İslamiyet açısından, hatta bütün semavi dinler bakımından mümkün değildir. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kutsi duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki, Cebrail bu konuda Peygamberi uyarmış olsun. Kaldı ki bu dua, herkesin vakıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre, gizli tutulması da fiilen imkansızdır. (Diyanet ans. Cevşen maddesi, sf: 462-464)
Diyanet Ansiklopedisi’ndeki bu bilgiye göre, Cevşen duasının Ehl-i sünnet kaynaklarında bulunmaması ve fazileti ile ilgili rivayetlerin İslamiyet ve ehli sünnet inançlarına aykırı bulunması, Şiilerce muteber kabul edilen Kütüb-i erbea’da bulunmaması da, bunun sahih olmadığını göstermektedir.
Bu duayı üstünde taşıyanın asla Cehenneme girmemesi de, ilim ile bağdaşmayan bir ifadedir. Çünkü hepsinden kıymetli olan Mushaf’ı (Kur’an-ı kerimi) bile üstünde taşıyan kâfir, Cehennemden kurtulamaz.
Davut Aydüz der ki; “Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivâyet edilen Cevşen’in faziletine dair hadis, ehl-i sünnet’in prensipleri doğrultusunda kabule şâyan değildir. Meselâ, “Cevşen’i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur, Bunu okuyan asla Cehennem’e girmez, Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez“… gibi. ihtimal bunları bu duâya kudsiyet kazandırma düşüncesiyle –ehl-i beyt imamları kanalıyla geldiği için– bazı ifratkâr kişiler uydurmuş olabilir.”
Cevşen vesilesiyle düşülen bir şirk şöyle anlatılıyor;
“Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok ehl-i keşif ve islâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Said Nursi, el-Cevşenü’l-Kebîr’i okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder:
“Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar...”
[Risale-i Nur Külliyatı, II, 1738 (Emirdağ Lâhikası I)]
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mağarada Ebu Bekir’e (r.anh) hafi zikir talim buyurduğu gibi Cevşen de büyük kutubların ve güvenilir evliyanın uhdesinde mevsuk bir şekilde bulunmakta ve tâlim edilmekte olduğundan, ayrıca rivayet edilmesine ve meşhur kitaplara alınmasına ihtiyaç duyulmamıştır zırva savunumuyla senetsiz ve uydurma olduğunu itirafına rağmen meşruiyet kazandırılmaya çalışılması ancak cahillerin kabulleneceği işlerdir.
Rasulullah’ın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur. Bilâkis, Peygamber’in şöyle buyurduğu sabittir:
“Bir peygambere, zırhını giydikten sonra, onunla düşmanları arasında Allah Tealâ hükmünü vermedikçe zırhını çıkarması yaraşmaz.”
(Hadisin tahrici: İbn Hişam, 2/63, 66; İbn İshak’tan, o da Zuhrî ve bir başkası yoluyla mürsel olarak rivayet etmiştir. Hadisin tamamını ve bir benzerini Ahmed b. Hanbel (3/351) de rivayet etmiştir. Dârimî (2/129, 130) ise mevsul olarak İbn Zubeyr yoluyla Cabir’den aktarmıştır, ravileri sikadır. Bu hadisin İbn Abbas’tan rivayet edilen şahidini ise Hâkim (2/128, 129, 296, 297) ve Ahmed b. Hanbel (290) rivayet etmişlerdir. Hâkim isnadı sahih görmüş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.
(İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, çev. Şükrü Özen, İklim Yayınları, İstanbul 1988, 3/240.)
Üstelik Cebrail (a.s.), Peygamber’e zırhını çıkarmasını değil, çıkarmamasını emretmiştir. Hendek Harbi’nde kâfirlerin dağıldığı gecenin sabahı Müslümanlar Medine’ye dönüp silâhlarını bıraktıkları sırada, Cebrail, Rasulullah’a gelmiş ve “Zırhını çıkarıyor musun? Melekler, henüz silâhı bırakmadılar. Allah Tealâ, sana Benî Kurayza üzerine yürümeni emrediyor; ben de onlara gidiyorum.” demişti. (Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 6/3886. Muslim, Cihâd ve’s-Siyer, 22/65; 23/69)
Savaşta zırhı çıkarmak şöyle dursun, Peygamber (s.a.v.) Uhud Günü iki zırhı üst üste giymiştir. (İbn Mâce, Cihâd, 18/2806. Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı, Buhārî’nin şartı üzere sahihtir)
Yine aynı savaşta Rasulullah’ın başında miğferi de vardı ve aldığı darbe ile miğfer kırılmış; Peygamberimiz de yaralanmıştı. (Buhārî, Megāzî, 26/113; Muslim, Cihâd, 37/101)
Cevşen’in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve musbet olduğu varsayılsa bile İlim erbabı, Sünnilerce mevzunun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.
Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini (sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü âlimi, cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir. Her ne kadar sofiye ehlince hadis usulü diye bir şey olmasa da (onlara göre hadisin sahihliği şeyhlerine evliyalarının kalbine ALLAH tarafından hadisin keşfolunmasıdır. Ehl-i sünnet ne kadar uydurma olduğunu ilmi olarak ispat etse de tasavvufun şeyhleri okeylemişse o neredeyse Ayet mesabesindedir.) ehl-i sünnete göre vardır.
Diyalogsever mülhid fethullah gülenin kendi yazısından konuyla ilgili itikatlerini deşifre edelim:
“Bazen hadîs kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadîs alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbânî der ki: “Ben, İbn Mes’ûd’dan, Muavvizeteyn’in (felak ve nas sureleri) Kur’an’dan olmadığına dair rivâyetini görünce bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’an’dan olduğuna dair ihtâr aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım”.
Bazılarının bizim kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’an’dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbânî’den bir misâl diyor ki: “Ben bazı hususlarda İmam Şâfiî’yi taklîd ediyordum. Ancak bana İmam Ebû Hanîfe’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsâs edildi. Ben de Ebû Hanîfe’ye iktida ettim…”.
Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu katagoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar “Keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadîs krıterleri içinde tahlîl etmek imkansızdır. Onun için de, hadîsçiler bu tür ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı manasına da gelmez. Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen manası itibariyle Efendimize ilhâm veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır. (işte senet (!))
Bu hususlara şunu da ilâve etmek faydalı olur kanaatindeyim. Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bedîüzzaman gibi bir sahip-kıran, Cevşen’i kabullenip onun vird edinmişlerdir. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhân olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır. “
(m. fethullah gülen, Prizma-1, İzmir 1995, s.119-122.)
Madem bu olayın aslı yok zira “din isnaddır.” buyuruluyor. Peki niye halen cevşen satılırken bu kayıtlar veriliyor. Bu tip insanlara ancak şu ayet mealini söyleyebiliriz: “ALLAH’ın ayetlerini az bir paraya satmayın.”
Az bir paraya satmayın, yani dini istismar edip dinin sırtından zengin olmaya kalkarsanız ne kazanırsanız kazanın o az bir para olacaktır.
Kendilerini bu kağıdın koruyacağını zannederler ve kağıdı asarak yardım beklerler ki bu insanları cahiliyyedeki puta tapanlar gibi putperestliğe alıştırma gibidir. Oysa ALLAH istemedikçe dünya ve içindekiler ne isterse istesinler onlara bir şey olmaz.
Ebu Zerr (r.anh)’ın rivayet ettiği sahih hadiste Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve selem; “Sizi cennete yaklaştıracak olan ve cehennemden uzaklaştıracak olan her şeyi açıkladım” [Taberani, Mucemu’l Kebir(1647) buyurmuştur.
O halde neden ayetlerle ve sahih hadislerle sabit olan dualar bırakılıb tavsiye edilmeyen bir dua metni ile nesiller boyu meşgul olunur?
İmam Malik de şöyle der;
“Kim güzel bularak bidat çıkarırsa, Muhammed s.a.v.’in risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira ALLAH Teala; “Bu gün dininizi kemale erdirdim“(Maide 3) buyurmuştur. O gün dinde olmayan bir şey bu gün de dinden olamaz.”
[Şatıbi, el-İtisam(1/64)]
İmam Muslim, Sahih’in Mukaddimesinde “İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Bab” açar ve şöyle der:
“Bu babta, rivayetin ancak mevsuk ravilerden kabul edilmesi lâzım geldiği; ravilerde bulunan kusurlar sebebiyle onları cerh etmenin caiz, hatta vacib olduğu; bunun haram olan gıybet değil, bilâkis şer’-i şerifi müdafaa manasına geldiği görülecektir.”
(Muslim, Mukaddime, 5. Bab.)
Muhammed b. Sirin demiştir ki: “Şubhesiz ki bu ilim (isnad) dindir. Öyle ise, dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin!”
Abdullah b. el-Mubârak de şöyle demiştir: “İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, muhakkak her isteyen istediğini söylerdi.”
(Muslim, Mukaddime, 5. Bab.)
Sen ölümsüz ve daima diri olan ALLAH’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak o yeter.
[Furkan suresi 58. ayet]
“İnanlar ancak ALLAH’a güvensinler”
[Al-i İmran 160. ayet]
Yüksek Lisans Tezi - Adnan YENİAY
Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlayan "Adnan Yeniay", çalışmasının “Sonuç” bölümünde Cevşen ile ilgili olarak ulaştığı bulguları şöyle sıralamıştır:
1- Cevşen duası ne Ehl-i Sünnet’in, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almamaktadır.
2- Cevşen duasının faziletleri hakkında gelen rivayetler, İslam’ın özüne ters düşmektedir. Cevşen duası okunduğunda veya insanların üzerinde taşındığında söz konusu faziletlerin gerçekleşeceğini söylemek ilmen doğru görünmemektedir.
3- Cevşen duasıyla ilgili akla-mantığa uymayan rivayetler bulunmaktadır.
Örneğin; rivayete göre Cebrail’in, Peygamberimizden duayı kâfirlere öğretmemesini istediği iddia edilmektedir, fakat Cevşen duası iddia edilen rivayetin aksine herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkta literatüre geçtiği için, duanın gizli tutulması imkânsızdır. Bu durumdan da anlaşılmaktadır ki Cebrail, Peygamberimize böyle bir şey söylememiştir.
4- Peygamberimiz ve sahabe döneminde kendisine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen tek varlık Allah’tır. Allah’tan başka böylesine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen hiçbir şey olmamıştır. Rasûlullâh’ın sünnetine bakıldığında da sadece Allah’a güvenildiği ortaya çıkmaktadır. Mesela Hz. Peygamber, sahabelerine ayakkabılarının bağı koptuğunda, onu dahi Allah’tan istemeyi talim etmiştir.
5- Peygamberimize nispet edilen bu duanın Rasûlullâh’ı, sahabeyi ve duayı okuyan kişiyi koruyacağı söylenmektedir. Ancak Hz. Peygamber’e ve sahabeye yapılan onca işkenceler, çektikleri sıkıntılar ve gazalarda aldıkları yaralar söz konusudur. Cevşen duası madem Rasûlullâh’ı ve sahabeyi koruyacaksa Hz. Peygamber ve ashabı niçin bu duayı okuyup sıkıntılardan, işkencelerden kurtulma yoluna gitmediler? Oysa Cevşen duası Hz. Peygamber’e gelseydi ve bahsedilen koruma işlevini ifa edecek olsaydı, Hz. Peygamber bu duayı hem okur hem de sahabelerine okumalarını tavsiye ederdi, fakat böyle bir durum olmadığı için Cevşen duasının da Rasûlullâh’a ait olmadığı ortaya çıkmaktadır.
6- Kendisine Arapça vahiy inen bir Peygambere, Farsça kalkan anlamına gelen Cevşen duasının geldiğinin iddia edilmesine karşın; Cevşen, ne birinci derece ne de ikinci derece hadis kaynaklarında bulunmamaktadır.
Yukarıda sıraladığımız sebeplerden dolayı Peygamber’e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Cevşen duasının tamamı peygamberimize ait değildir, bazı bölümleri, cümleleri hadis veya ayet olarak nitelendirilebilirse de tamamının peygamberimize aidiyeti imkânsız görünmektedir.”
KAYNAK: Adnan Yeniay, Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008, Danışman: Enbiya Yıldırım, s: 70-71.
http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/cevsenin-hadis-ilmi-acisindan-degeri-nedir.html
Cevşen Takmak Haramdır!!!
Cevşen diye bilinen ve insanların boynuna astığı, Kur’an ve Sahih Sünnette yeri olmayan uydurma bir şeydir! Cevşen, sözlükte “bir tür zırh ve savaş elbisesi” anlamına gelmektedir.
Terim olarak ise; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e isnad edilip Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağir diye bilinen, birbirinden farklı uzun Kur’an ve Sahih Sünnette yeri olmayan bir duanın adıdır. "Kur’an ve Sahih Sünnette yeri olmayan cevşeni şöyle açıklıyorlar";
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Cebrail geldi ve bana dedi ki; Ya Muhammed! Sana birkaç kelime getirdim. Bunları senden önce hiçbir Nebiye getirmedim!”
Bu hadis dedikleri şey tamamen uydurma olup asılsızdır! Güya diyorlar ki, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) savaşta zırhını çıkartıp, cevşeni boynuna asmıştır! Allah (Azze ve Celle)’den biraz olsun korkan böyle bir şey söyleye bilir mi!?
Cevşenle muskanın arasında hiçbir fark yoktur! Çünkü insanlar, her ikisini de kendilerini kötü şeylerden koruduğuna inanarak takıyorlar! Yoksa neden taksınlar ki!? Kişi vücudunun her hangi bir yerine kendini koruması için her hangi bir şeyi takması şirktir!!!
KAYNAK: Hacı Ahmet ÜNLÜ - Makalenin tamamı